SEO, yani arama motoru optimizasyonu dijital dünyada neredeyse sihirli bir kelime haline geldi. Web sitesi olan, içerik üreten ya da internetten satış yapmak isteyen hemen herkes, SEO’yu bir şekilde duymuş durumda. Ancak bu yaygınlık beraberinde pek çok yanlış anlamayı, eksik bilgiyi ve efsaneyi de getiriyor. Öyle ki SEO, çoğu zaman basit bir “Google’da üst sıralara çıkma taktiği” gibi algılanıyor. Oysa gerçek bundan çok daha karmaşık, aynı zamanda çok daha insani bir zemine dayanıyor.
Gözlemlediğim en yaygın yanılgılardan biri, SEO’nun sadece anahtar kelimelere dayandığı düşüncesi. Hâlâ pek çok kişi, bir web sayfasına yüzlerce kez hedef kelimeyi yerleştirmenin Google’ı kandırabileceğine inanıyor. Oysa günümüz arama motorları, anahtar kelime tekrarından ziyade içeriğin bütünlüğüne, kullanıcıya sağladığı değere ve konunun gerçekten ne kadar kapsamlı işlendiğine bakıyor. Eski usul anahtar kelime yığınları, sadece algoritmaların değil, ziyaretçilerin de gözünde sayfanızı değersizleştiriyor. Kimse “anahtar kelime” zannıyla doldurulmuş, robot gibi yazılmış metinleri okumak istemiyor.
Bir diğer yaygın yanılgı, SEO’nun kısa süreli mucizeler yaratacağı beklentisi. Bugün bir site kurup yarın Google’da ilk sıraya çıkmak pek çok kişinin hayali. Oysa SEO uzun soluklu bir süreçtir; sabır, süreklilik ve kalite gerektirir. Arama motorları güven inşa etmek ister. Yeni açılmış bir siteye hemen ilk sayfa pozisyonu vermek onlar için büyük risk olur. Bu nedenle SEO, günbegün inşa edilen bir itibar gibidir. Sitenize gelen bağlantılar, kullanıcıların sayfada ne kadar vakit geçirdiği, içeriğinizin ne kadar paylaşılır olduğu zaman içinde sitenizin otoritesini artırır. Bir gecede elde edilen sonuçlar ise genellikle ya geçicidir ya da spam yöntemlerle sağlanmışsa daha sonra ağır cezalara sebep olur.
SEO konusunda sık rastlanan yanlış inanışlardan biri de bunun sadece “teknik bir iş” olduğudur. Elbette site hızı, mobil uyumluluk, düzgün URL yapısı gibi teknik faktörler önemlidir. Ancak SEO’nun kalbi içeriktir. Kullanıcı ne arıyorsa ona doyurucu, güvenilir ve iyi anlatılmış bir cevap sunmayan hiçbir site uzun vadede başarıya ulaşamaz. Yani SEO aslında insanlara hizmet etmenin dijital formudur. İçeriği yalnızca arama motorları için yazmak, “müşteri memnuniyetini göz ardı edip yalnızca reklam panosu hazırlamak” gibidir. Bir süre işe yarar görünse de kimse sizin mağazanıza tekrar uğramaz.
Bir başka tuhaf yanılgı da SEO’yu tamamen dış kaynaklara havale etmekle ilgili. SEO ajanslarının önemli katkıları elbette vardır; ancak site sahibi içerikten, vizyondan, kullanıcıya sunulan değerden koparsa ne yapılırsa yapılsın uzun vadeli bir başarı sağlanamaz. SEO’yu “bir kere yapılacak bir iş” gibi görmek de başka bir hata. SEO sürekli bir iyileştirme, analiz etme, rakipleri takip etme ve içerik geliştirme döngüsüdür. Statik değil, yaşayan bir süreçtir.
En çok göz ardı edilen konu ise belki de kullanıcı deneyimi. Google’ın asıl amacı, insanları memnun etmek. Çünkü arama motorları kullanıcıyı memnun edemezse kimse o motoru kullanmaz. Bu yüzden hızlı açılan, mobilde sorunsuz çalışan, net başlık ve açıklamalar kullanan, tasarımı gözü yormayan, güven veren siteler daima avantajlıdır. Tüm algoritma güncellemelerinin özünde kullanıcı mutluluğu yatar. Dolayısıyla SEO aslında en temel haliyle şunu söyler: Kullanıcıyı mutlu et, gerisi gelir.
Kısacası SEO’yu eski şehir efsanelerinden, hileli formüllerden, kısa yoldan para kazanma hayallerinden kurtarıp, gerçek amacına; yani kullanıcılara en iyi deneyimi ve doğru içeriği sunmaya odaklamak gerekir. Ne kadar algoritma değişirse değişsin, kaliteli içerik, dürüstlük ve iyi kullanıcı deneyimi her zaman galip gelecektir. SEO’nun en büyük yanılgısı ise çoğu zaman bu basit gerçeği gözden kaçırmak olur.





